28 Haziran 2013 Cuma

8. Gün: Viyana'ya Veda



Bir önceki gün Leyla bana, "Ayşe yarın son günün, nereye gidelim dağlara mı Tuna'ya mı?" demişti. Ben de Tuna'yı seçmiştim. Ama ondan önce sabah, bir türlü gezme amaçlı avlu(?)sundan ileri adım atamadığımız (ibadet edilen kısma geçemediğimiz) Stephansdom'a gittik.

Bu defa ziyaret saatlerinde gitmiştik gitmesine ama adımımızı atsak para istedikleri ve bu para da hiç de cüzi olmadığı için ne mahzenindeki iskeletleri görebildik, ne de tüm ısrarıma rağmen kuleye çıkabildik. Ben parası neyse verip şehri yukarıdan görmek istedim ama Leyla Neue Donau'da dönen restorana çıkarız boş ver deyince vazgeçtim. Peki o bahsi geçen yere çıktık mı? Yoooooo.

Stephansdom'a veda edip ne zamandır gitmek için can attığım Hundertwasserhause'a gittik. Yolu bulmak için cep telefonumdan navigasyon kullandığımı itiraf etmem lazım. Ama bu da başka bir hayal kırıklığıydı. Gördüğüm resimlerde rengarenk olan binanın tüm canlılığı ölmüştü, hatta ilk gördüğümüzde "Burası mı? Yok, yok, burası değildir, olamaz yeee" desek de orasıydı. Almanlar bu yüzsulu amcanın kendi topraklarında bıraktıkları eserlere daha iyi mi bakıyor bilemiyorum ama Viyana bu konuda gerçekten sınıfta kaldı.



Sonrasında MariahilfeStraße'de alışverişe çıktık. Eve getirdiğim ıvır zıvırların büyük çoğunluğunu oradan aldım: kelebek desenli bir ayna, Rosina Wachtmeister'ın kedilerinin süslediği gözlük kabı ve minik kutular, kartpostallar vs. Sonrasında ise yalancı Tuna yolu gözükmüştü bize.

Avusturyalıların Neue Donau, yani Yeni Tuna dedikleri bu yer aslında Tuna Nehri'ni genişletmek için açılmış bir kanal. Fena halde yanılmıyorsam şu gözüken gökdelenimsi şeyin bir kısmı alışveriş merkezi. 



Burada aynı zamanda Viyana İslam Merkezi bulunuyor, gördüğünüz gibi minareli falan camisi var. Minarenin arkasındaki ise bizim gidip de tepesine çıkamadığımız kule üstü restoran. 



O gün Leyla'nın doğum günüydü (bu yazıda da kızı amma andım he), bu yüzden ona marketten gizlice Sachertorte almıştık. 

Böylece Viyana'daki son günümde, çakma Tuna kenarında, minarenin gölgesi altında (ahah) doğum günü kutladık. 





O sırada şairin deyişiyle çocuklar gibi şendik. Ben işten daha fazla izin alamayacağımdan ertesi sabah İstanbul'a dönecektim, kızlarsa kaldığımız yeri boşaltıp Venedik' gidecekler, sonra da 30 Nisan'da İstanbul'a döneceklerdi. Ama bu onların hikayesi...



Benim 4 Başkent 1 İmparatorluk gezimse burada, bu sarı ve mavi ışıkların altında noktalanıyor. Şeyy, tabi uzatmak istersek sabah hava alanına giderken ahmak bir kadının bana nasıl yanlış treni tarif ettiğini, onun bu hatası yüzünden annesinin uçağı kaçırdığını benimse merdivenlerde elimde valizle koşarken helak olduğumu ve uçağa ucu ucuna yetiştiğimi anlatabilirim ama ne gerek var... Tek tavsiyem, siz siz olun, sırf ergenler diye genç oğlanları kulak arkası etmeyin...





Resimlerin tamamı için buraya

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder