30 Nisan 2012 Pazartesi

1. Gün: Viyana

Uçak Bileti & Kalacak Yer

Yazıya başlamadan önce bazı konulara açıklık getirmek istiyorum. İnsanlar genelde sorarlar, uçak biletini kaça buldun, ne kadara buldun, nasıl buldun, yeri nasıl ayarladın? Viyana'yla ilgili sorulara bu yazının başında cevap vereyim dedim.

Öncelikle uçak bileti için şunu diyebilirim ki, kendi tarihinize göre bilet bakmayın, siz ucuz bilete ayak uydurun. Mesela biz 2. dönem vizelerimiz bittikten hemen sonraki hafta gitmek istiyorduk, bu da tarihi 13 Nisan'dan başlatabileceğimiz anlamına geliyordu. Ama uçak biletlerini ilk araştırdığım sırada en ucuz fiyat 18 Nisan'dan başlıyordu biz de bu yüzden onu seçtik. Kızlar dönüş olarak 30 Nisan'ı seçtiler ve biletleri gidiş dönüş toplam 300TL oldu (Pegasus havayolları). Ben gidişi onlarla beraber ayarladım ama dönüşte karşıma şu muamma çıktı. Ya 25 Nisan'da Pegasus'la öğlen dönüp Viyana'da geçirebileceğim bir günümü yitirecektim, ya da 26 Nisan sabahı Sunexpress'le dönüp 35TL daha fazla ödeyecektim (26 Nisan'da saat 16:30'da işte olmam gerekiyordu). Dolayısıyla ben de dönüşü sunexpress'den aldım.

Kalacak yeri gene gitmeden, vize için başvurduğumuz dönemde ayarlamıştık (Vizeyi Şubat'ta aldık). Leyla bana arkadaşının verdiği bir linki attı ben de siteyi araştırıp şunu buldum. Gördüğünüz gibi eğer kalabalıksanız çok uygun fiyata kalabileceğiniz apartman daireleri var. Biz altı kişilik bir daire tuttuk (Nehir arkadaşında kalacaktı) ve gecelik adam başı 10€ ödedik. Daire Wurmbstrasse'de, son derece hoş bir sokaktaydı, metronun iki adım ötesindeydi amaaa apartman II.Dünya Savaşı'nda bombalanıp bir daha tamir edilmemiş gibiydi. Dairenin içi büyük ve ferahtı, banyosu tuvaleti temizdi fakat duvarlar ve perdeler b.k gibiydi, hele ah o perdeler... 

Apartmanın içi

Metro durağımız

18 Nisan 2012 1. Gün: Viyana


Sorunsuz bir uçak yolculuğundan sonra baktık ki o kadar da sorunsuz değilmişiz. Artık Pegasus mu desem, yer hizmetlerini sağlayan Çelebi mi desem bilmiyorum ama bazı zat-ı muhteremler bavulları haşat etmişti. Benim daha yeni aldığım bavulumun kumaşını kesmiş, Betül Sena'nın çekçek mekanizmasını ise tamamen hacamat etmişlerdi. Gidip şikayet formu doldurduk ama adamlar siz tamirini ettirin, firma ödeyip ödemeyeceğine o zaman karar verecek diyor :/ Neyse, havaalanından çıktığımızda bizi bir sürpriz bekliyordu, meğer Nehir ve Leyla'nın arkadaşları Zehra (Nehir onun yanında kalacaktı) ve nişanlısı Ömer Faruk aile boyu arabalarıyla bizi almaya gelmişler. Araç ne kadar aile boyu olursa olsun sığamayacağımız için bavulları arabaya tıktık ve ikiye bölündük. Nehir, Şüheda, Betül Sena ve ben Ömer Faruk'un kullandığı arabaya binerken diğerleri S-Bahn'a yöneldiler. Ömer Faruk sağ olsun gezmeyi ve gezdirmeyi çok sevdiğinden bize ufak bir şehir turu attırdı ve kalacağımız yer olan (daha doğrusu o sırada öyle zannettiğimiz) Felberstrasse'deki DoStepInn otel&hostel'e vardık. Check-in esnasında oranın yalnızca otel kısmı olduğunu, kalacağımız dairenin Wurmbstrasse'de olduğunu öğrendik. O sırada yan binada tamirat olduğu için sevinsem mi, West Bahnof'dan uzak düşeceğime üzülsem mi bilemedim ama nihayetinde bavulları dairemize atıp şehir merkezine, yani Stephansplatz'a doğru yola koyulduk.

Stephansdom
Stephansplatz
















Merve, Zehra, Nehir, Belgiz
Metro'dan çıkıp dümdüz ileri gittiğinizde 
sağ tarafta Pizza Bizi diye bir yer var. 3€'ya koca bir dilim pizza satıyorlar ama eti yenmediğinden herkes vejeteryan bir şeyler aldı, ben mantarlı aldım mesela ve beğendim. Ama acı sosa dikkat edilmesi lazım, hakikaten çok acı. Tuvaletlerini de hangi akla hizmet bilmiyorum ama paralı yapmışlar. Girişte 50cent veriyorsun, sana bir kart veriyorlar karşılığında, o kartla bir ay ücretsiz o tuvaletleri kullanabiliyorsun :P Viyana'nın pahalı olmasını bekliyordum da, Alice Harikalar Diyarı'nda olduğu gibi vergi vermemek için amuda kalkarak yürümek zorunda kalacağımızı bilmiyordum. 

Veba Heykeli
Avusturyalı aktivistler



Yemeğimizi yedikten sonra kendimizi Stephansplatz'ın sokaklarına vurduk. Önce Graben'da Veba Heykeli'ni gördük, daha sonra Josefsbrunnen çeşmesinin önünden geçtik. Köşe başında karşımıza Filistinliler için eylem yapan Avusturyalı aktivistler çıktı. Bunun özellikle Şüheda'nın hoşuna gittiğini söylemem lazım :P

O köşeden sola sapıldığında ileride turkuvaz kubbeli bir yapı görünüyor. İşte orası malum imparatorluğun kurucusu Habsburg hanedanlığının saray müştemilatı. Yalnız bu yazıyı yazmak şimdiden saatlerimi aldığımdan burada bir ara veriyorum ve dönüşte günü tam olarak yazacağıma dair söz veriyorum :P


Geri döndüm ve iğrenç yazdığımın farkındayım arkadaşlar, pardon! Ama iş kendi hayatıma gelince tıkanıyorum, sahte görüneceğim endişesi içinde hiçbir şey yazamıyorum. Biraz daha rahat olmaya çalışacağım ama artık, evvet!

En son Habsburgların saray müştemilatını uzaktan görmüştük. Şimdi size şöyle bir şey itiraf etmem lazım, gitmeden önce ipoddan bir uygulama indirip nereleri gezeceğimize dair kendimce bir plan oluşturmuştum ama tabii ki bu yalan oldu. Bir kere bu kadar büyük bir grupla her şeyi gıdımı gıdımına yapmak imkansızın da fevkinde. Öte taraftan zaten Viyana'yı tanıyan insanlarla dolaştığım için (Leyla&Nehir ve arkadaşları Belgiz, Zehra ve Ömer Faruk) ağzımdan "Yaa şunu da görelim" den başka bir şey çıkmadı, çıkamadı. Control freak'liğin getirdiği "Kontrolüm altında değilse hiçbir şey anlayamam" ön yargımla beraber Viyana'yı gezdiğimiz günler benim için rüya gibi geçti, yani ne yaptık, ne ettik zerre fikrim yok, bölük pörçük hatırlıyorum sadece. Habsburg sarayı Allah'tan bunlardan biri değil, hanedan hakkında önceden bilgi sahibi olduğum için (e o kadar Tarih bitirdik) bu kısımları net ve berrak hatırlıyorum. Akşam artık çökmekte olduğu ve her yer dolayısıyla kapanmaya yüz tuttuğu için bahçelerinden dolaşıp heykellere baktık, Neue Burg'un önündeki heykel ve karşısındaki heykelin hikayesini Belgiz ve Ömer Faruk'tan dinledik:
Neue Burg ve Prens Eugene Heykeli (sol)
Arşidük Charles Heykeli (sağ)
,Heldenplatz
Rivayet şuymuş ki, düşmanlara karşı korkusuzca savaşan bu iki amcamızın (binanın önündeki Türklere karşı savaşmış ve ayağının altında Türk askerleri var) heykelleri dikilmek istendiğinde heykeltraşlar arası bir yarışma yapılmış. Prens Eugene heykelinde resmedilen at gördüğünüz gibi hem iki arka ayağının, hem de kuyruğunun üstünde dikiliyor, Arşidük Charles'ın (o da Napolyon savaşlarında öne çıkmış) atı ise yalnızca iki arka ayağının üstünde dikiliyor. Bu sebeple birinci olarak bu ikinci heykel seçilmiş ve Prens Eugene heykelini yapan zat-ı muhterem de intihar etmiş. Bu hikayeyi dinledikten sonra "Gerzek sanatçılar..." deyip geçtim tabii.


Solda Belgiz, yanında Şüheda,
uzaktan resim çeken de Merve
Bu meydanın diğer bir adı da Heroes Square, yani Kahramanlar Meydanı ve pek çok tarihi olaya tanıklık etmiş. Yakın tarihten örnek verecek olursak, mesela Hitler Avusturya'nın Almanya'ya ilhak edildiğini ve Üçüncü Krallık dönemimin başladığını bu meydandan halka duyurmuş.
Tarihin tozlu sayfalarını arkamızda bıraktıktan sonra park boyunca yürümeye devam ettik. Theseus Temple'ın yanından geçip Parlemento Binası'nın yakınlarında müştemilattan çıktık.


Theseus Tapınağı ve meşhur heykeli (üstte)
Parlemento Binası (ortada)
Burgtheater (altta)
Yazıyı yazarken bakıyorum da listemde olan çoğu yere gitmişiz aslında yalnızca önünden geçerken neyin ne olduğunun farkında değilmişim :P Mesela içinden geçtiğimiz park Volksgarten imiş, Kunsthistorisches Museum'da o tapınağın içindeymiş yanlış anlamadıysam. 
İmparatorluk müştemilatından çıktıktan sonra sağa doğru ilerlemeye başladık, Burgtheater'in önünden geçtik vee Viyana Üniversitesi'ne vardık :)
Buradan bahsetmeden önce tekrar şahsi bir reklam geçmek zorundayım :P Psikoloji okumaya başlamadan önce ülkemizin güzide üniversitelerinden birinde Tarih bitirmiştim, dolayısıyla şu anda okuduğum okul benim ilk üniversitem değil. Hakeza Leyla da daha önce Viyana Teknik'te sayısal bir bölüm okurken vazgeçip mezun olan ablası (Nehir) ile beraber Türkiye'ye geri dönmüş, yani onun da ilk üniversitesi değil. Ama geri kalanlarımız ve yaşı küçük olan kesim :P Betül Sena, Sena, Şüheda ve Merve üniversite diye gözlerini ilk kez bizim liseden bozma, anaokulu öğretmenlerinden hallice hocaları olan, adı özel ama tek özelliği para almak olan devlet üniversitelerinden bile beter güzide okulumuza açtıkları için Viyana Üniversitesi'ni görünce gözleri yerinden uğradı. Şimdi sizi "Bir Üniversite Nasıl Olmalı?" isimli fotoğraf sergimle baş başa bırakıyorum :P


Viyana Üniversitesi

Atamız
Freud :P
VU Hol
Heykellerin olduğu koridor

Merve'nin deyimiyle
"Bizim okula benzeyen tek yeri"
olan kalorifer peteği :P
Kütüphaneye çıkan merdivenler



Kütüphane giriş kapısı veeeeeeeee
Kütüphane!

Bu da farklı açıdan görünüşü
Heykellerin baktığı avlu.
Bana İstanbul Üniversitesi Edebiyat'ı anımsattı.
Kızların "Burası üniversiteyse ben nerede okuyorum?!" sayıklamaları arasında merdivenlere çöküp biraz dinlendik. Kütüphane güzeldi, çok güzeldi sizin de gördüğünüz gibi ve ben de ilk üniversitemin kütüphanesine adım attığımda uyanan şu Hogwarts havasını yeniden canlandırdı. Saatlerdir yazıyorum ama hala şu kahrolası günü bitiremedim ve ciddi ciddi uyuz olmaya başladım :) Daha önümüzde Beethoven'ın evi ve ilk melange'ımızı içtiğimiz Cafe Central var ama ben de yine derman kalmadı, bilahare onları da yazarım inşallah :P


Artık gerçekten çok sıkıldım, özellikle şu fotoğraf koyma hadisesi canımdan can aldı, geri kalan iki şeyi hızlıca geçiyorum. 
Üniversiteden çıktıktan sonra Beethoven'ın evine geçtik (böyle yazınca sanki misafirliğe gitmişiz gibi oldu :P) ama tabii ki ne ev, ne de hatıra eşya dükkanı açık değildi. etrafta azıcık dolanıp fotoğraf çektikten ve kızlar da wireless'e bağlanıp aile efradıyla konuştuktan sonra bir kafeye uğramanın vakti gelmişti artık. Sevgili büyüklerimiz (Zehra, Nehir, Belgiz ve Ömer Faruk :P) bizi nereye götürsünler diye tartışıp Cafe Central'de karar kıldılar. Yalnız oraya varmadan da bir süpermarkete uğrayıp şişe su vs aldık. Hah, şimdi gene bir dip not geçiyorum arkadaşlar, Viyana'nın musluk suyu arkasından ağladığım, keşke daha çok içseydim diye kendime kızdığım iki içecekten biri. Ama sonuçta o suyu taşımak için de şişeye ihtiyaç var ve lanet tuvaletlerinde taharet musluğu olmadığı için şişeleri çok çabuk harcıyordum. Şişe su alırken dikkat etmeniz gereken şey üstünde "Ohne" yazması. Bu kelime Türkçe'deki "-siz, -sız" eki ve aldığınız suyun maden suyu olmadığını, yani asitinden arındırıldığını gösteriyor. Fakat siz içim olarak musluk suyu kullanırsanız daha mutlu olursunuz, benden söylemesi :P
Cafe Central'daki piyanist
Cafeye ilk girdiğimde gene bir "Vauv" dediğimi ve kendimi bırak o mekana ait olmayı, o yüzyıla bile ait olmadığımı hissettiğimi söylemem lazım. Hayatımın ilk melange'Inı ve apfelstrudel'ını sipariş ettikten sonra büyükler (:P) özlemlerini gidermek için koyu bir sohbete dalarken biz küçükler yeni jenerasyondan olduğumuzu ispat edercesine elektronik cihazlarımızla ilgilenmeye daldık. Bu sırada arkamızda piyano çalan amca da coşuyor, melodilerden melodilere akıyor ve sonrasında 8 gün boyunca müşahede edeceğim pek çok insan gibi ilgimizi çekmeye çalışıyordu. "Üsküdar'a gider İken" in melodisini duyduğumuzda hepimiz bir başımızı kaldırdık ve koro halinde "...aldı da bir yağmur!" diye şarkı söylemeye başladık. Amca çaldı, biz söyledik, amca coştu, biz coşmadan minik seslere katılıp sonrasında egoist gibi kendi kendimizi alkışladık :P 
Bu arada melange'a bayıldım, ki kendisi buradayken özleyeceğim ikinci şey oldu, ama apfelstrudel'a kırık not verdim. Pişmiş elmayı büyük bütünler halinde seviyorsanız hoşlanabilirsiniz belki ama ben elmalı tatlılarda meyvenin un ufak edilmesi taraftarlarından olduğum için beğenemedim. 
Yalnız demin hatırladım ki oradan çıkışta Tuna kanalının o taraflara yürüdük ve fotoğraf çektik ama ben kendi makinemle çekmediğimden elimde yok, yani ancak kızlarla buluştuktan sonra onları buraya koyabilirim. Viyana sokaklarının ve Tuna kenarının akşam üstüne çöktüğünde baştan çıkarıcı olduğu kesin, ama Nisan'ın soğuğunu yabana atmadan insanın yanında kesinlikle pelerin taşıması lazım. O bir kaç gün içinde yüzüm hem güneşten hem soğuktan o kadar yanıp pespembe kesildi ki, fotoğraflarımı gören İstanbul'daki arkadaşlarım makyaj yaptığımı düşünmüş. Yani eğer Bahar'da ziyaret edecekseniz muhakkak yüzünüze her gün güneş kremi, elinize de artık hangi kremden istiyorsanız ondan sürün yoksa deriniz pul pul dökülür, sonra uyarmadı demeyin :P
Nihayet birinci günü şartlı da olsa bitiriyorum (Tuna resimleri sonradan eklenecek!) ve bir sonraki postta görüşmek üzere selamlarımı sunuyorum :P


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder