Erasmus gıygıyıyla ablamla okul arkadaşı olan iki Macar vardı ve ikisi de Türkiye'ye yerleşmek istiyordu. "AB pasaportunuz var, ne demeye kalmak istiyorsunuz burada?" diye soracaktım ama kibarlığımdan sormamıştım. Cevabımı Budapeşte'ye varınca aldım.
Öncelikle genel bir çağrı yapayım: Gezi planı yaptınız ve Budapeşte'de mi karar kıldınız? Kılmayın! Canınızı ve sinirlerinizi seviyorsanız kaçın! Kış! Kış!
Bu şehir, bu ülke, çoklu ülke görme turunun bir parçası değilse çekilmez. Göze hitap eden yerleri çok, ama yaşadığınız sinir harbine değmez inanın.
Népliget metro istasyonu çıkışı |
Budapeşte'ye otobüsle gittik ve çok kötü bir yolculuk olmadı. Firma Viyana-Budapeşte arası günde 5 kez çalıştığı için araç boş sayılırdı ve 18€ gibi komik bir rakama gidiş dönüş bileti aldık. Şehirde geçirecek toplamda 6 saatimiz vardı ama kimse Budapeşte'ye önceden gitmemişti ve ipodumdaki uygulamalar da umduğum kadar faydalı olmadı.
Tuna nehri |
Macarlar hakkındaki ilk izlenimim, ileri derecede öküz olmaları oldu. Otobüsün bizi bıraktığı istasyondan direkt metroya binebiliyorduk ama dövizcideki fahiş fiyat oranları sebebiyle günlük kart alacak kadar para çevirdik. Üniversite öğrenci işlerinden oraya iki saniye önce nakil gelmiş teyze de bize söylenip durdu, neyse ki cam vardı da kafamızı fazla şişiremedi.
Budapeşte metrosu |
Budapeşte M1 metro hattı |
Peşte ile Buda'yı bağlayan köprülerden biri |
Duraktan iner inmez bulduğumuz kafeye attık kendimizi. Donmuştuk, acıkmıştık ve servis bekliyorduk. Onun yerine hayatımda gördüğüm en kaba garson karıyla kavga etmek zorunda kaldık ve bir hışımla mekandan çıktık. Macaristan bize 3. golünü atmıştı.
Sinir içinde yürürken Bistro'ya rastladık da Allah'tan orada karnımızı doyurabildik. Kızlar o sırada kart yazdılar benim taa ne zamandır aklımda tuttuğum dizelerle:
sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
elimde uçuk mavi bir kalem, cebimde iki paket sigara
Gerçi iki karton sigara yazsalar daha doğru olurdu. Hatta 7 karton sigara.
Yolculuğumuzun bundan sonrası epey keyifli geçti çünkü Citadella tam bir turist atraksiyon merkeziydi. Güneş açmıştı, etrafta bizim gibi tonla gezgin vardı ve şato çok mu çok lezizdi...
Citadella |
Citadella'dan Budapeşte |
Sonrasında ise kısa bir yürüyüş, otobüsle Peşte kısmına geri döndük, vaktimiz kalmadığından başta Gülbaba türbesi ve Oktogon gibi önemli yerleri göremedik. Madem öyle deyip çimlere serildik biz de
Buranın neresi olduğunu tamamen unuttum ama Parlamento'nun oralar olması lazım. Macaristan tabii ki bizi yalnız bırakmadı ve yukarıda gördüğümüz heykele bakıp ağlayarak bize Macarca bir şeyler anlatmaya çalışan bir amca yolladı. Teşekkürler Macaristan.
Sonrasında biz sapıttık, ama gerçekten sapıttık. Parlamento binasının önünde zavallı bir şair heykeli bulduk. Her sanatçı gibi yaşadığı dönemde devlet tarafından dünyası dar edilen, ölümünden sonra da etinden sütünden ve dahi yününden faydalanılan bir şairdi Attila Jozsef. Peki biz naaptık? Amca bile diyemeyeceğim kadar genç yaşta kendini trenin önüne atarak öldüren bu zavallının heykeliyle kucak kucağa resim çekildik. Tabii ki o resimleri koymayacağım, ama adamın ağzına ettikten sonra utanmadan heykelini diken Macar devletinden daha suçlu olduğumuzu da düşünmüyorum. Buyurunuz garibimin bizim istilamıza uğramadan önceki hali.
Attila Jozsef, Budapeşte |
Sonra sokaklarının arasında yürüyerek kalbine vardık Peşte'nin...
Budapeşte |
Ucundan Hard Rock |
Sonrasında ver elini Viyana, ver elini medeniyet... Tamam İstanbul'da karmaşa içinde yaşamaya alışmış olabilirim ama o en azından benim karmaşam, benim çöplüğüm. Kaosu aldatmanın yollarını çoğunlukla öğrendim artık. Başkasının çöplük şehri, ya da yumuşatmak gerekirse Kapi'nin dediği gibi "şehre benzeyen şehri"nin benim için "başkasının pisliği"nden farkı yok. Olmadı Budapeşte, bir daha uğrarsam eğer, uslu ol.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder