9 Eylül 2012 Pazar

4. Gün: Habis Şehir Budapeşte

Budapeşte bizi sevmez, biz de Budapeşte'yi sevmeyiz.

Erasmus gıygıyıyla ablamla okul arkadaşı olan iki Macar vardı ve ikisi de Türkiye'ye yerleşmek istiyordu. "AB pasaportunuz var, ne demeye kalmak istiyorsunuz burada?" diye soracaktım ama kibarlığımdan sormamıştım. Cevabımı Budapeşte'ye varınca aldım.
Öncelikle genel bir çağrı yapayım: Gezi planı yaptınız ve Budapeşte'de mi karar kıldınız? Kılmayın! Canınızı ve sinirlerinizi seviyorsanız kaçın! Kış! Kış!
Bu şehir, bu ülke, çoklu ülke görme turunun bir parçası değilse çekilmez. Göze hitap eden yerleri çok, ama yaşadığınız sinir harbine değmez inanın.
Népliget metro istasyonu çıkışı

Budapeşte'ye otobüsle gittik ve çok kötü bir yolculuk olmadı. Firma Viyana-Budapeşte arası günde 5 kez çalıştığı için araç boş sayılırdı ve 18€ gibi komik bir rakama gidiş dönüş bileti aldık. Şehirde geçirecek toplamda 6 saatimiz vardı ama kimse Budapeşte'ye önceden gitmemişti ve ipodumdaki uygulamalar da umduğum kadar faydalı olmadı.

Tuna nehri

Macarlar hakkındaki ilk izlenimim, ileri derecede öküz olmaları oldu. Otobüsün bizi bıraktığı istasyondan direkt metroya binebiliyorduk ama dövizcideki fahiş fiyat oranları sebebiyle günlük kart alacak kadar para çevirdik. Üniversite öğrenci işlerinden oraya iki saniye önce nakil gelmiş teyze de bize söylenip durdu, neyse ki cam vardı da kafamızı fazla şişiremedi.
Budapeşte metrosu
Biz Nepliget durağından otobüsten inmiştik, oradan metroya binip Vörösmartyter'e geçtik. M1 metrosu inanılmaz şirin, kirli sarı bir renkte. Gerçi gerçekten kirlenmiş de olabilir.
Budapeşte M1 metro hattı
Saat 11 civarıydı, karnımız açtı, gezmeye başlamadan önce bir şeyler yemek istiyorduk ama Cumartesi günü Peşte kısmında tek bir dükkan açık değildi. Kapısı açık olanlar da 12'de hizmet vermeye başlayacaklarını söyleyip, 12:15 olduğu halde kıllarını kıpırdatmayınca yanımızda getirdiğimiz toffieleri yedik. Baktık yağmur da ha yağdı ha yağacak, biraz önce bizi Katarlılara benzeten şehir turu otobüsçülerinin yolunu tuttuk ve bindik.
Peşte ile Buda'yı bağlayan köprülerden biri
Peşte kısmında genel olarak her sokakta Türkleri mağlup eden amcalar anısına heykeller yapmış, ya da yollara onların ismini vermişlerdi. Kulaklıkla dinleye dinleye Peşte kısmını tamamlayıp Buda tarafına geçtik. Citadella'ya vardığımızda duraklardan birinde indik. Yolculuk boyunca süren yağmur dinip güneş açıyordu artık.

Duraktan iner inmez bulduğumuz kafeye attık kendimizi. Donmuştuk, acıkmıştık ve servis bekliyorduk. Onun yerine hayatımda gördüğüm en kaba garson karıyla kavga etmek zorunda kaldık ve bir hışımla mekandan çıktık. Macaristan bize 3. golünü atmıştı.
Sinir içinde yürürken Bistro'ya rastladık da Allah'tan orada karnımızı doyurabildik. Kızlar o sırada kart yazdılar benim taa ne zamandır aklımda tuttuğum dizelerle:

sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
elimde uçuk mavi bir kalem, cebimde iki paket sigara

Gerçi iki karton sigara  yazsalar daha doğru olurdu. Hatta 7 karton sigara.
Yolculuğumuzun bundan sonrası epey keyifli geçti çünkü Citadella tam bir turist atraksiyon merkeziydi. Güneş açmıştı, etrafta bizim gibi tonla gezgin vardı ve şato çok mu çok lezizdi...


Citadella
Bundan sonrası ise neşe içinde fotoğraf çekme krizi... Budapeşte güzel yüzünü bize göstermeye tenezzül etmişti nihayet.


Citadella'dan Budapeşte

Sonrasında ise kısa bir yürüyüş, otobüsle Peşte kısmına geri döndük, vaktimiz kalmadığından başta Gülbaba türbesi ve Oktogon gibi önemli yerleri göremedik. Madem öyle deyip çimlere serildik biz de 



Buranın neresi olduğunu tamamen unuttum ama Parlamento'nun oralar olması lazım. Macaristan tabii ki bizi yalnız bırakmadı ve yukarıda gördüğümüz heykele bakıp ağlayarak bize Macarca bir şeyler anlatmaya çalışan bir amca yolladı. Teşekkürler Macaristan.

Sonrasında biz sapıttık, ama gerçekten sapıttık. Parlamento binasının önünde zavallı bir şair heykeli bulduk. Her sanatçı gibi yaşadığı dönemde devlet tarafından dünyası dar edilen, ölümünden sonra da etinden sütünden ve dahi yününden faydalanılan bir şairdi Attila Jozsef. Peki biz naaptık? Amca bile diyemeyeceğim kadar genç yaşta kendini trenin önüne atarak öldüren bu zavallının heykeliyle kucak kucağa resim çekildik. Tabii ki o resimleri koymayacağım, ama adamın ağzına ettikten sonra utanmadan heykelini diken Macar devletinden daha suçlu olduğumuzu da düşünmüyorum. Buyurunuz garibimin bizim istilamıza uğramadan önceki hali.
Attila Jozsef, Budapeşte

Sonra sokaklarının arasında yürüyerek kalbine vardık Peşte'nin...


Budapeşte
Elimizde biraz Macar parası kalmıştı, bir kısmını tuvalet için ayırdıktan ve hediyelik zımbırtı aldıktan sonra (Viyana kupasıyla eş bir Budpeşte kupası aldım Citadella'nın oradan, buradan da anahtarlıkla kız kardeşime çarliston biber şeklinde kalem aldım sanırım) Hard Rock Cafe'ye oturup saatimizin dolmasını beklerken bir kahve içelim dedik. Ama Macaristan bu durur mu, hemen peşimizden kokumuzu alan yobaz layikçikleri yolladı (Türklerdi tabiiy ki!). Ya bu adamlar bize mi böyle tip tip bakıyor acaba derken, bir süre sonra yanımızdan geçen kadınlı erkekli dinozor grubu "Çok yakışmışsınız kızlar hard rock cafeye" diye imalı imalı laf sokup uzaklaştı. coward bitch. Orada durup da söylesene :P Ben tam duyamamıştım ama gözünün içine direkt bakılan Nehir arkalarından "Evet çok yakıştık" demeyi ihmal etmedi. Adamlardaki nasıl bir nefretse artık, bizi "Avrupai" hiçbir yere yakıştıramıyorlar. Canlarım, Macaristan'ı istedikleri gibi başlarına çalabilirler.
Ucundan Hard Rock
Derdimiz bununla bitti mi sanıyoruz? Uuu beybi çok yanılıyorsunuz. Bir de dönüşte otobüs duraklarının oradaki yer altı istasyonunda tuvaletçi teyzeyle kavga ettik, kadın bir türlü verdiğim parayı almıyor, içeri giren kızları dışarı çıkartmaya uğraşıyor. Siyahi bir oğlan gelip İngilizce yardım etmeye çalıştı, ne istiyorsunuz ben çevireyim dedi, ben de dehşet içinde "We just want to pay :(" dedim, sonra kadın hepimizi koyun gibi elle sayıp benden parayı almaya razı oldu. 

Sonrasında ver elini Viyana, ver elini medeniyet... Tamam İstanbul'da karmaşa içinde yaşamaya alışmış olabilirim ama o en azından benim karmaşam, benim çöplüğüm. Kaosu aldatmanın yollarını çoğunlukla öğrendim artık. Başkasının çöplük şehri, ya da yumuşatmak gerekirse Kapi'nin dediği gibi "şehre benzeyen şehri"nin benim için "başkasının pisliği"nden farkı yok. Olmadı Budapeşte, bir daha uğrarsam eğer, uslu ol.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder