kaynak |
Neyse, ufak dedikoduları bırakıp günü anlatmaya geçelim. Yağmurlu bir Pazardı demiş miydim? Fevkalade, öyleyse en acınası öykü girişlerinden birine başlamışım. Günlerden Pazardı, yağışlıydı ve soğuktu. Budapeşte'de canı çıkan bir grup kız olarak erken uyanmamız da beklenemezdi zaten (ahahah, erken kalkmama konusunda bahaneler asla bitmez!). Biz de öğle sularında mabedimiz Stephansplatz'a vardık, amaç bir türlü gezemediğimiz katedrali gezmekti. İki gün önce ziyaretçilere açık oldukları saatlerin listesini de almıştık (planlıydım yani), ama günlerden Pazar'dı ve doğal olarak Pazar ayini vardı, dolayısıyla biz de mum yakılan kısımda kalakaldık.
Stephansdom |
E ama benim canıma yetmişti ve ayinin kendisini de izlemek istiyordum, bu yüzden görevliyle konuşup ayini izlemek istediğimi söyledim, adam da bunun üzerine hepimizi içeri geçirdi. Benim yaramaz arkadaşlarım durmayıp gizlice birbirinden güzel şu pozları çektiler ki kesinlikle pişman değiliz :)
Kiliseden çıkınca pek bir depresiftik, soğuk ve yağışlı bir Pazar günü nasıl olmamız beklenebilirdi ki zaten? Kızlar köşelere dağılmış sigara içiyorlar, kimi kapalı apoteklerin camlarını üzüntüyle süzüyor, kahretmesin ne yapsak modunda seyrediyorduk ki yanımıza konser bileti satan abilerden biri ilişti. Habsburg sarayının orada, Mozart'ın bir zamanlar konser verdiği bir salonda verilecek "opera" için bilet satıyor ve bize indirim sunuyordu. Ben zaten Viyana'ya gelmişken müzikle ilgili bir tecrübe edinmek istiyordum (Boğaziçi'nde verilen klasik müzik konserlerine hiç gitmedim ne var?), Sena da bu fikre oldukça meyyaldi (ki bir şeyi hem ben hem Sena istiyorsa o iş bir şekilde olurdu). Biz biletlerimizi aldık ama Leyla ve Nehir burada yaşadıkları süre boyunca yeterince konser gördüklerini söyleyerek oralı arkadaşlarıyla takılabilmek için bir fırsat olarak gördüler bu durumu ve iki ayrı plan yapmış olduk. Tabii Leyla o gecenin sabahında "sizi bir yalnız bıraktım yaptığınıza bak!" diyeceğini bilmiyordu :)
Schloss Scönbrunn |
Schönbrunn |
Saray'ın dışı, bahçesi, avlusu, yani harice dair ne varsa çok güzeldi. Yağmur çamur dinlemeden deliler gibi fotoğraf çektik.
İç kısmını gezmesi paralıydı, yalnızca ben, Betül Sena ve Şüheda gönüllü olduk bunun için. Öğrenci kimliğimizle indirim de aldık geçiyor yani bizim kimlikler de dışarıda :) Ama sarayın içi öyle aman aman şatafatlı, harikulade falan değildi. Zaten yaz sarayı orası, özellikle de sonu elim biten Kraliçe Sisi ile meşhur olmuş. Güzelliğine pür dikkat bakan bu kadıncağızın yerlere inen saçları ve dal gibi vücudu varmış, kilo almamak için hiç yemek yemezmiş. İç tarafta fotoğraf çekilmiyordu ama ben bir iki kare çektim çaktırmadan. Yine de o hanedanlığa veya kraliçenin kendisine özel bir ilginiz yoksa gezilmese de olur, hatta gayet de güzel olur diyebilirim. Rococo üslubuyla dizayn edilmiş ama ben o tarzı sevmeme rağmen pek hoşlanmadım nedense.
Saraydan çıktıktan sonra mabedimiz Stephansplatz'a geri döndük. Katedralde ayin bitmişti, ama bu sefer de iç kısmı iplerle ayırmış en uca kadar gitmemize izin vermiyorlardı. İskeletlerin olduğu mahzen kapalıydı ve ancak turla geziliyordu onun için de yarım saat beklemek ve tur parası ödemek gerekiyordu. Kulesine çıkış da sembolik olamayacak bir ücretle fiyatlandırılmıştı ve ben ne kadar istesem de kızlar yanaşmıyordu. En sonunda Tuna'ya gittiğimizde oradaki turm'a çıkarız diye ikna edildim ve hayal kırıklığıyla kiliseden çıktık.
Yağmurda ıslanan gariban atlar |
Şüheda'yla "Wonderful Life" şarkısına eşlik ettiğimiz abi |
Pazar gününün gerisi sonraya kalsın bakalım, post yine uzaya uzaya arşa değecek yoksa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder